Mevlid Kandilinin İslam’daki Yeri Nedir?
Anlam olarak Mevlid; Peygamber’in (s.a.v) doğumu; doğum yıl dönümü vesilesiyle yapılan törenlere verilen isim; bu törenlerde okunmak üzere yazılmış eserlerin ortak adıdır.
Mevlid Kandili İlk Ne Zaman Kutlanmıştır?
Hz. Peygamber’in sağlığında onun doğum yıl dönümü kutlanmadığı gibi Hulefâ-yi Râşidîn dönemiyle Emevî ve Abbâsî devirlerinde de mevlidle ilgili bir uygulamaya rastlanmamaktadır. Mısır’da Şiî Fâtımî Devleti kurulunca, soyundan geldiklerini söyledikleri Hz. Peygamber’in doğum yıl dönümü Muiz-Lidînillâh döneminden (972-975) itibaren resmî törenlerle kutlanmaya başlanmıştır.
Hz. Peygamber’in yanında Hz. Ali, Fâtıma, Hasan, Hüseyin ve o günkü halifenin mevlidlerinin de kutlandığı (bunlara “mevâlîd-i sitte” deniyordu), aynı zamanda receb, şâban ve ramazan aylarındaki kandiller ile ramazan ve kurban bayramları gibi vesilelerle düzenlenen diğer bazı resmî kutlamaların da ilk örnekleri bu dönemde ortaya çıkmıştır. (bk. İbnü’t-Tuveyr, s. 211-223).
Fatımî devleti hepimizin bildiği üzere batıni bir devletti. Şiâ’nın ise en şiddetli zümresi idi. Bu devlet Selahaddin Eyyubi (r.a) tarafından yıkılınca, birçok tören ve merasimi yasaklamış, şia adetlerini terk etmeleri konusunda halka çağrı yapılmıştı. Ancak halk o kadar çok batınî kara propagandaya maruz kalmıştı ki bunu üzerlerinden tamamen atamamışlar. Birçok adet ve töreni yerine getirmeye devam etmişlerdi.
Kuzey Afrika’da (Mağrib) önceleri mevlid kutlama âdeti yokken bunlar ilk defa kadı ve muhaddis Ebü’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Hüseyin es-Sebtî el-Azefî (ö. 633/1236) tarafından halkın Hristiyan bayramlarını kutlamasını önlemek amacıyla icra edilmeye başlanmıştır.
Osmanlı Hükümdarı III. Murad, 996 (1588) yılında merasimle mevlid kutlamalarını başlatmakla birlikte resmî olmasa da Osmanlı Devleti’nde kutlamaların bundan önceki dönemlerde de yapıldığı bilinmektedir.[1]

Mevlid Kandilinin İslam’daki Yeri Nedir?
Mevlid kandilinin dinimizde bir dayanağı yoktur. Bugüne özel olduğu ifade edilen tüm ibadetler ise bidattir. İlk olarak Fatımi devletinin ortaya çıkardığı bu bidatler, her ne kadar Selahaddin Eyyubi tarafından yasaklansa da günümüzde hala yapılmaya devam edilmektedir.
Bu mevlid kutlamaları esasında Hristiyanların Hz. İsâ’nın doğumunu kutlamalarına özenilerek ortaya atılmıştır. Ancak unutmamak gerekir ki, İslam dininde bir ibadet veya bayramın kutlanabilmesi için onun kitap veya sünnette yeri olması gerekmektedir.
Peygamber (s.a.v) adına uydurulan bu ibadet ve gecelerin dinen dayanağı olmadığı gibi peygamber (s.a.v)’in vefatından çok sonraları ortaya çıkmıştır. Rasulullah (s.a.v) Cuma günleri hutbesine şöyle başlardı;
“Şüphesiz sözlerin en hayırlısı, Allah’ın kitabıdır. Yolların en güzeli Muhammed’in yoludur, işlerin en kötüsü din adına dininizde olmayan şeyleri (bidat) ortaya çıkarmaktır, her bidat da sapıklıktır.” (Müslim, Cuma, 43).
Sonuç itibari ile “Mevlid kandili” dinimizde yoktur. Sonradan uydurulmuştur. Bugüne has herhangi bir ibadet ise, ne Kuranı kerimde nede Sünneti seniyyede yer almamaktadır. İmam Mâlik (r.a) şöyle demiştir; “O gün dîn olmayan şey, bugün de dîn olamaz.”
Şeyhulislâm (r.a) bu konuda şöyle demiştir:
“… Aynı şekilde bazı insanlar, Mevlid-i Nebevî’yi ihdâs ederek İsâ (a.s)’ın doğum gününü kutlamada ya Hristiyanlara benzemek istemektedirler ya da Peygamber (s.a.v)’e sevgi ve tazimlerini göstermek için yapmaktadırlar. Allah Teâlâ, Peygamber (s.a.v) ‘in doğum gününü bayram edinme bid’atına değil de belki bu sevgi ve gayretlerinden dolayı onlara ecirlerini verebilir.
Fakat ilk Müslümanlar, (sahabe, tabiîn ve tebe-i tabiîn) bunu yapmaya güçleri yettiği ve yapmaya hiçbir engel olmamasına rağmen bunu yapmamışlardır. Eğer bu davranış sadece hayır veya tercih edilen bir davranış olsaydı, bizden önce buna daha lâyık olan ilk Müslümanlar yaparlardı. Çünkü onlar, Peygamber (s.a.v)’i bizden daha çok seviyorlar ve O’na, bizden daha çok saygı gösteriyorlardı.
Zirâ onlar, hayırda bizden daha çok gayretliydiler. Peygamber (s.a.v)’i tam anlamıyla sevmek ve O’na saygı göstermek; O’na tâbi olmak, O’na itaat etmek, O’nun emrine uymak, gizli olsun, açık olsun, O’nun sünnetini yaşatmak, gönderilmiş olduğu şeyi yaymak, bu uğurda kalp, el ve dil ile cihad etmektir. Çünkü bu, Muhâcir, Ensar ve onlara güzellikle tâbi olan ilk Müslümanların izlediği yoldur.”[2]